GazeteZ

Kentsel Dönüşümde Vatandaşın Sesi                                                     İstanbul 06.01.2024

Bu konuya tesadüfen müdahil oldum. Kendi apartmanımız 1999 öncesi yapılmıştı. Depreme dayanıklı oturulup, yaşanabilir sağlam bir bina olması için daire sakinlerimizce görüştük. Akabinde maliyetinden dolayı altından nasıl kalkabiliriz diye araştırmalara başladım. İnşaat, mühendislik, jeolojik alt yapısı ve yasaları konusunda hiçbir bilgim yoktu.

Vatandaş olarak bunun daha sistematik bir şekilde planlanmış olabileceği umuduyla ilk önce Kiptaş Genel Müdürlüğüne gidip bilgi almak istedim. “İstanbul Yenileniyor” kitapçıkları elime tutuşturularak malikler olarak önce 2/3 çoğunluğun bizler tarafından sağlanması gerektiği ifade edildi. Apartmanları gezerek komşularımızın niyetini öğrenmeye çabaladım. Oluşturduğumuz küçük bir grupla Belediyemizin Kentsel Dönüşüm Müdürlüğünden gerekli detay bilgileri edindik. Maliyeti en aza indirmek ve yaşanabilir alanlar yaratmak için  “imar artışı”’ dan istifade etmenin ve adalar olarak birleşmenin daha doğru bir yol olduğunu öğrendik.

Komşularımızın olaya bakışını öğrenmek istediğimde fark ettim ki aslında her biri en az bir kere belediyeye giderek bilgi almaya çalışmışlar. Fakat bireysel hareketle daha ileriye taşıyamamışlar. Dönem, dönem geçmişte bazı malikler apartmanları/adaları toparlamak istemiş. Diğer komşuların çevresel baskılarıyla “Sen kimsin? Bu işten çıkarın ne? Zaten devlet gelecek” gibi söylemlerine maruz kaldıklarından ellerini, eteklerini çekmişler. Buradaki meseleye çözüm; mahallelerde çaba sarf eden insanlara yerel yönetimler daha fazla destek vermeli. Mahallelerde rahat çalışabilecekleri ortamlar sağlanmalı. Kişiye görevli kartları hazırlanmalıdır.

21 aydır verdiğimiz çaba neticesinde öğrendiğim ve anladığım kadarıyla “Kentsel Dönüşüm” önce riskli yapıların sağlamlaştırılmasından ziyade “Rantsal Dönüşüme” evrilmiş. Sosyolojik ve ekonomik sebeplerle büyük şehirlere göçlerin başlaması ile geleceğe dair 100-150 yıllık planlar hiç yapılmamış. Gelişi güzel yapılaşma devam ederken, siyasilerin oy potansiyeli olarak gördüğü halkımızın güvenli yaşam hakları hep bir şekilde ötelenmiş. Hatalar silsilesi vatandaşlarımızın/müteahhitlerimizin aç gözlülüğü ve daha fazla bir kat artışı ile servet edinme hırslarıyla başlamış, arada diğer meslek gruplarının çıkar elde etme sevdasıyla ayyuka çıkmış. İmza atıp, onay verenler kadar denetim firmalarının işini layıkıyla yapmaması ile şantiyede çalışan işçi, usta, kalfa ve maldan çalmaya bir sürü daha sorunlar üst üste eklenmiş. (Mesleğini çok iyi icra edenleri tenzih etmekle birlikte istinalar kaideyi bozmuyor.)  

Türkiye’ de ilk imar affı 1948 te yapılmış, günümüze kadar 14 imar affı kanunu, 4 imar affı anlamına gelen 4 kanun ve imar affının sürelerinin uzatılmasına ilişkin 3 kanun çıkartılmış. Yanlışlar görmezden gelinip kitabına uydurularak, sorunlar aşılması güç devasa bir yumağa dönüşmüş.

Geldiğimiz noktada deprem olası beklediğimiz bir afet. İstanbul’un sahil kesiminde bulunan bazı semtlerinde zeminde sıvılaşma var. Yapılan binaların temel, beton, demir gibi asıl ana maddelerinde eksiklikler var. Afet olmadan bile kendi, kendine çökecek binalarımız mevcut. Halkımız can ve mal güvenliği için yeniden sağlam binaları inşa etmeye psikolojik olarak hazırlar. Fakat yeterli bilgi ve ekonomiye sahip değiller. Bugün mt2 maliyeti 25-26 bin liradan başlıyor. Buda demek oluyor ki sahip olduğu evi yeniden satın almak durumunda kalacak. Devletin “yarı yarıya” kampanyası da sorunu çözmeye yetmez. Ülkemizin %60’ nın asgari ücretlerde çalıştığı, net asgari ücretin 17.002 lira olduğu memur emeklilerine %49.25 SSK, Bağ-Kur emeklilerine %37,57 lira gibi yapılan zamlarla yaşadığımız enflasyonu çarşı-pazar her yerde hisseden insanımızın ara fark veya taksitlendirme/borçlandırma yoluyla altından kalkması mümkün değil. Devletin verdiği kira/taşınma destekleri deseniz çok yetersiz. Bugün İstanbul’da oturulacak bir evin kirası 18-20 bin lira bandında başlıyor.

Ekonomik boyutun dışında Kentsel Dönüşüm mevzuatına hakim olmakta zorlanan insanımız çok yalnız bırakılmaktadır. Salt çoğunluğu %50+1 sağlayıp, imar durumunuzu öğrenin, icranızı oluşturun demekle iş bitmiyor. Yüklenici firmaları da vatandaşın bulması bekleniyor. Alandan gelmeyen vatandaşın firma bulma telaşesi ise ayrı bir dram. Şahsen ben 90 yere e-mail geçmek zorunda kaldım. Yapı stoğunun yoğun olduğu mahallelerde üstüne üstlük kaçak katlar, yanlış imarlar, tapular ve gerçek kullanım alanlarının arasında da sorunlar ayrı bir garabet. Ülke ekonomisinin çok zor günlerden geçtiği bu süreçte inşaat firmalarıda önünü görememektedir. Yüksek enflasyon neticesinde her gün iş gücü ve malzemeye gelen zamlar, kurların belirsizliği, ev/dükkan satışlarının düşüklüğü, (Kasım 2023 yılı ev satışları verileri son 11 yılın en düşüğü olarak 1 milyon adet diye telaffuz edilmektedir.) kredi faizlerinin yüksekliği derken haklı olarak risk almaktan kaçınmaktadırlar. İlçelerdeki mahallelerde master planlar yapılarak risk durumlarına göre kotalar konulup hem öncelikli binaların yeniden yapılmasına, hem yüklenici firmalara teşvik edici (vergi indirimleri gibi) destekler, kolaylıklar sağlanmasına çalışılmalıdır diye düşünenlerdenim.

Bu top yekün bir mücadele gerektiren öncelikli sorunumuz. Hükümetimiz kadar yerel yönetimlerimiz de eli taşın altına koyup, daha fazla sorumluluk almalıdırlar. Belediyelerde sektörün her alanından mimar, inşaat mühendisi, jeoloji uzmanları, engelliler alanından anlayan bir STK yöneticisi, denetim firmalarından ve inşaat firmalarından oluşan Meclis Üyeleri mutlaka mevcuttur. Bunlardan acil yerel Deprem Bilimi Kurulu (DEPBİL) oluşturulmalı ve olaya sosyal mesele olarak bakılmalıdır. Engelli STK’larından da bir yetkili mutlaka olmalı diye öneriyorum çünkü “engelli kardeşlerimiz” hamasetinden bir an evvel kurtulup önce “insan” diye bakabilirsek meselelere o zaman erişilebilir, ulaşılabilir olmayı da sağlamış oluruz. Biliyoruz ki geçmişte mühendislik fakültelerinden rampa eğimi ve asansör genişliği ebatlarından bihaber mezunlarla doluydu. Tekerlekli sandalyenin kişinin kilosuna göre olduğundan haberinin olmadığı gibi Kas hastası biri ile Omirilik Felçli birisinin veya ALS-MNH hastası birisi ile Spina Bifida hastasının kullandığı sandalye şekil ve ebatları itibarıyla aynı değildir. Bu gibi farklılıkları bilmeyen bir mühendis nasıl yaşanabilir alanlar planlayabilir ki? Demek ki neymiş mutlaka Mühendislik Fakültelerinde de engellilik ve çeşitleri konusunda zorunlu dersler olmalıymış.

Keza toplum daha fazla bilgilendirilmelidir. Bez afişlerle, billboardlarla, web sayfalarında, sosyal mecralarda yazılı ve görsel medyada sadece duyanların, görenlerin değil işitme sorunu olan insanlarımızı da hesaba katarak Türk İşaret Dili çevirileri yapılmış halde sık, sık hatırlatmalar yapılmalıdır. Ayrıca olay sadece binaların yenilenmesiyle de bitmiyor ki. Mesele sadece afet değil ki. Yetersiz kaldığımız bir diğer sorun kaza, terör ve her türlü kargaşada meydana gelebilecek riskler karşısında ilk yardım ve acil müdahale konusunda da bilinçsiziz. İlkokuldan başlamak kaydıyla ders olarak ilk yardım ve afet bilinci verilmeli, kurslar çoğaltılıp mecburi hizmet alımı şart koşularak herkesin istifade etmesi sağlanmalıdır. Hepimiz 1 Ocak 2024 tarihinde Japonya’da gerçekleşen 7.4 lük depremde insanların sakinliklerini aldıkları eğitim ile koruyabildiklerini gözlemledik.

Ez cümle günün sonunda vatandaşlarımız ekonomik, psikolojik ve sosyolojik bir sarmal içinde boğulmuş ne yapacağını bilmez vaziyettedirler. Disiplinler arası mekanizmaların birbiriyle ortaklaşa hareket etmemesi, ahlaki bakıştan uzak olunması, yasal boşlukların oluşu, caydırıcı cezaların olmaması, hukuk süreçlerinin bir türlü sonuca ermediği durumlar kaygıyı artırmakta, sağlam ve güvenli binalarda oturmak hayal gibi görünmektedir.

Yazımı sözleri rahmetli Yahya Kemal Beyatlı’ya, müziği Münir Nurettin Selçuk’a ait olan “Dönülmez Akşamın Ufkundayız.” diyerek bitirmek istiyorum.

Sevim Sevgi Yüksel

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir